Ramazan bayramını Hicaz’da yaptıktan sonra Almanya üzerinden Amerika’ya geçtik sevgili okuyucular! Birkaç yıldan beri oraya davet olunuyor, kendim de o diyarları çok merak ediyordum.
Çünkü Amerika, dünyanın her yerinde eli, gözü, ilişkisi, tesiri olan ele avuca sığmaz bir devlet; ileri teknolojisi ve geniş malî imkânlarını kullanarak dünyayı parmağında döndürüyor, pek çok ülke ve devlet üzerinde hem siyasî, hem de kültürel hâkimiyet kurmuş; modasıyla, colasıyla, jikletiyle, bluciniyle, cazıyla kitleleri peşine takmış, sürükleyip götürmekte... Onu yakından tanımamız şart!
Uçağımız, meşhur Hürriyet heykelinin yanından süzülerek geçti ve New York, Kennedy havaalanına indi. Şehri sonra gezeceğiz; alelacele, ışıl ışıl, dev gökdelenlerle dolu, sıkışık semtlerden, uzun köprüler ve kat kat yollardan geçerek gece 150 mil kuzeydeki Albany’ye gittik. Burası sakin, yemyeşil bir şehir, evler bahçeli, sokaklar ağaçlı, hava temiz, çevre ormanlık; eyaletin başşehri imiş. Devlet binaları azametli ve gösterişli.
Benim ilk anda en çok dikkatimi çeken husus, haçlı putlu, bakımlı, geniş alanlı, tarihî binaların ve kiliselerin aşırı fazlalığı oldu. Anlaşılan buraların eski ahalisi çok dindarmış, şehirler hep kiliselerin emrinde ve etrafında teşkilatlanmış; zenginler ve devlet her türlü yardımı yapmış, dinî teşkilatlar çok zengin ve çok geniş imkânlara sahip olmuş. Bugün de topluma ve sosyal hayata tamamen hâkim görünüyorlar; çünkü temiz, pak, irili ufaklı sayısız ibadethanelerin dışında, çeşitli kademede okulları, yurtları, üniversiteleri, bakımevleri, muazzam hastaneleri, televizyon yayın kanalları, film stüdyoları, yayınevleri, dergileri, gazeteleri, radyoları, ticarî şirketleri, vakıfları, hayır kurumları ve daha nice etkin imkânları var.
Bunları görünce içim burkularak Türkiye’deki ahvali düşündüm. Geçmiş yıllar ne yanlışlıklar, haksızlıklar, zulümler, baskılar olmuş: Dinî aktivitenin can damarı olan vakıf malları büyük ölçüde yağmalanmış, gelirler devlete verilmiş, camiler yıktırılmış, satılmış, müze yapılmış, depo olarak kullanılmış, dinî mektep, medrese ve müesseseler kapatılmış, ibadetler antidemokratik kararlarla kısıtlanmış, namaz, oruç, hac yasaklanmış, din adamları inanç ve fikirlerinden dolayı yargılanmış, suçsuz yere asılmış, namuslu ve dindar olmak suçmuş gibi, bir terör havası estirilmiş vs.
Günümüzde bile bazılarının hâlâ, dinle, inançla, insan haklarıyla, sakalla, tesettürle uğraşması, bizim sakat kafalı, devrimbaz aydınların henüz akıllanmadığını, eski huylarından vazgeçemediğini, çağ dışılıktan, dar kafalılıktan, yobazlık ve zorbalıktan, kabalık ve gaddarlıktan kurtulamadığını, yani Doğu’yu da dini de Batı’yı da özgürlükleri de hiç anlamadığını gösterir.
Büyük şehirlerin kalabalık, sıkışık ve sefil mahallelerini görmedim ama burada sosyal düzen ve hizmetler çok ileri. Yollar temiz, su, elektrik düzenli. Evlere, mutfaklara alarm konulmuş, duman veya aşırı buhar olunca otomatik çalışıyor, itfaiyeye haber veriyor. İtfaiye teşkilatlarında evlerin anahtarları bulunuyormuş, böyle tehlike zamanlarında açıp içeri girebiliyorlarmış.
Halk sakin, genellikle spora düşkün, kadın erkek, yaşlı genç sabah akşam koşu yapıyor. Ak saçlı ihtiyarlar bile yolda dimdik yürüyor. Şişman ve hantal olanlar aşağı tabaka ve zencilerde daha fazla, herhalde yemek alışkanlıkları bilinçsiz!
Bahçelerin duvarları, çitleri yok, pencereler demir parmaklıklı değil: Eşyalar, oyuncaklar çimenlerde kalabiliyor. Ama bazen evin önünden oto bile çalınabiliyormuş.
Ormanın ağaçları arasında tek başına evler görünüyor. “Bunlar burada korkmadan nasıl oturabiliyorlar.” diye kendi kendinize soruyorsunuz. Herhalde emniyet teşkilatı çok güçlü ve iyi organize edilmiş. Ayrıca herkesin evinde her çeşit silahı bulundurma hakkı olduğu; bunu bahçesine, evine tecavüz edene karşı rahatça kullanabildiği söyleniyor.
Üzerine basa basa söylenen diğer bir husus da herkesin, kendi haklarını koruma konusunda çok aktif ve titiz olduğu (Bu da bizim nemelâzımcı halkımızda maalesef mevcut olmayan güzel ve hatta İslâmî bir haslet!).
İnsanları genellikle realist ve pratik, iyi bir düşünme terbiyesi almış, kendisine gerçekler söylendiğinde hemen kabul ediyor, hatasından özür dileyerek dönüyor, inandığını uyguluyor, kendi kanaatini karşısındakine çatır çatır söylüyor.
Geçen gün Çinli bir gençle tanıştırıldım. Üniversite öğrencisi, ama babası budist, kendisi sekiz yıl önce müslüman olmuş, terbiyeli bir şahıs, babasının içki dükkânında çalışmayı “haramdır” diye kabul etmiyormuş.
Buradaki kardeşlerim, halkta İslâm’a ve özellikle tasavvufa karşı büyük bir ilgi olduğunu söylediler, bu konuda ciddi çalışma lazım; çalışılırsa iyi sonuç alınacağı anlaşılıyor.
Onların şahsen tanıdıkları Teksaslı, yahudi asıllı bir petrol milyarderi, merhum Muzaffer Ozak Hocaefendi’ye gelmiş, din üzerine üç saat kadar konuşmuşlar; sorularına tatmin edici cevaplar verilmiş, hemen orada müslüman olmuş.
“Hali nasıl?” diye sordum, tanıyanlar gıpta ediyor; ihlasını, tevazuunu çok övüyor ve iyi bir derviş olduğunu söylüyorlar.
Bizdeki gafil ve cahil sözde müslümanlar ibret alsınlar!
Sizlere tavsiyem din ve imanınıza sımsıkı sarılın, çocuklarınızı dindar yetiştirin, yakın ve uzak çevrenize ilgi gösterin, ilme, yeniliklere, gelişmelere önem verin!
Başkalarının dinleri için yaptıklarını okudunuz; sizler de eğer maddî imkân sahibi iseniz dinimize yardımcı olun, onun yayılması için sosyal çalışmalara eğilin, kendi vakıflarımızı, hayır kurumlarımızı, dergilerimizi kuvvetle destekleyin ki Müslümanlık dünyanın her yerinde ilerlesin, Allah da sizlerden razı olsun.
*