8 Cemaziyelahir 1442 | 21 Ocak 2021
89CADE1A-BFD6-47AF-AA5E-7FAB6EDCDDBC
Üye Girişi
|
Üye Ol
ANA SAYFA
KUR'AN-I KERİM
Okuyun
Dinleyin
Bilgilenin
SON PEYGAMBER
TASAVVUF
Tasavvufa Dair
Yolumuzun Esasları
Hatm-i Hacegan
Evrad-ı Şerif
M. ZAHİD KOTKU (RH. A.)
Hayatı
Fotoğrafları
Kitapları
Sohbetleri
M. ES'AD COŞAN (RH. A.)
Hayatı
İslam Anlayışı
Tasavvuf Anlayışı
Hizmet Anlayışı
Kitapları
Başmakaleleri
Sohbetleri
Fotoğrafları
Anma Programları
M. NUREDDİN COŞAN
SIK SORULAN SORULAR
Soru-Cevap
Sık Sorulan Sorular
Soru-Cevap
>
Sık Sorulan Sorular
ORUÇLA İLGİLİ KONULAR
SORU: Ramazan-ı şerif ne ile sabit olur?
CEVAP:
Ramazan-ı şerif, iki şeyden birisiyle sabit olur:
1-Çıplak bir gözle Ramazan ayı hilâlini görmek.
2-Şaban ayının otuz gününün tamamlanmasıyla.
Peygamber (sa.) şöyle buyuruyor: "Onu (hilâli) gördüğünüzde oruç tutunuz. Gördüğünüzde de orucunuzu açınız. Ortalık bulutlu olursa Şaban ayının sayısını otuz güne tamamlayınız" (Buhâri). Hilalin görülmesi Şafiî mezhebinde adil bir tek şahidin şehadetiyle sabit olur. Ortalık bulutlu olsun, açık olsun arasında fark yoktur. Hanefî mezhebine göre ise ortalık açık olduğu takdirde yalan söylemek hususunda ittifakı mümkün olmayacak kadar sayısı kabarık bir cemaat tarafından görülmesi lazımdır. Bu sayının miktarı elli mi, altmış mı, o hakimin takdirine bağlıdır. Şayet ortalık bulutlu veya sisli olursa bir tek adil tarafından görülse kafidir.
SORU: Hilâli görmeden rasathanelerin hesabına göre oruç tutmak veya bayram yapmak caiz midir?
CEVAP:
Hanefi, Maliki ve Hanbelî mezhebine göre hesaba dayanarak Ramazan orucunu tutmak ve bayram yapmak caiz değildir. Ancak Şafiî ulemâsından İbn'i Sureye el-Kaffal, el-Kazi Ebû et-Tayyib, Muhammed bin Mükatil ve Muhammed Remli gibi zevat, hesabın doğruluğunu kabul eden kimsenin hilâl rü'yeti olmadan da rasathanenin hesabına göre oruç "tutması veya bayram yapması vaciptir” diyorlar.
SORU: Hilalin rü'yeti sabit olursa bütün İslâm âleminde bulunan müslümanlara oruç tutmak vacib olur mu?
CEVAP:
Hanefî, Maliki ve Hanbelî mezhebine göre dünyanın herhangi bir ülkesinde rü'yet-i hilâl sabit olursa, bütün müslümanlara oruç tutmak ve bayram yapmak vacib olur. Şafiî mezhebine göre ise bir ülkede rü'yet-i hilâl sabit olursa her yandan yüzkırkdört kilometreden az olan yerlere hükmü caridir. Fakat yüzkırkdört kilometre yani Şâfiîlere göre seferi namaz kılınabilecek kadar veya daha fazla uzak olan yerlerde ise, ne oruç tutmak ne de bayram yapmak hususunda o ülkeye tâbi olunmaz.
Meselâ: Libya'da ve Tunus'ta hilâl görülse, Türkiye'de mevcut bulunan müslümanlar onlara tâbi olamazlar. Ancak bir ülkede rü'yet-i hilâl sabit olduğundan oranın hakimi oruç tutmak veya bayram yapmak için hüküm verirse hakimiyeti altında bulunan herkes -Şâfıîler dahil- hakimin hükmüne uymaya mecburdur. Fakat hakimiyeti altında olmayan Şâfıîler arada 144 km. veya daha fazla olursa hükmünü uygulayamazlar. Meselâ: Suudi Arabistan'da rü'yet-i hilâl sabit olursa ihtilâf-ı metali olduğu ve burada Şâfıîler oranın hükmü altında yaşamadıklarına göre oruç ve bayram hususunda oraya tâbi olamazlar. Şu mühim hususu belirtmek isterim. İctihadî meseleler için müslümanların birbirine girip münakaşa yapmaları doğru değildir. Bir mezhebde bir husus caiz olmazsa diğer mezhebde caiz olabilir. Her dört mezheb hak olduğuna göre ta'assup göstermek yanlıştır. Meselâ Hanefi mezhebine uygun düşmeyen bir husus Safı'i mezhebine uygun düşebilir. Binaenaleyh rüyet-i hilâl ve bayram meseleleri için birbirimize düşüp tekfir etmenin mânâsı yoktur.
SORU: Hilâl meselesinin sık sık gündeme gelmesinin sebepleri nelerdir?
CEVAP:
Hak ile batıl, İmânla küfür savaşı tarih boyunca ara vermeden devam edip gelmiş ve hâlâ da devam etmektedir. Bazan hak batıla, bazan da batıl hakka galebe çalmıştır. Ancak 19. ve 20. asırlarda denge tamamen İmânın aleyhine bozulup müslümanlar esaret boyunduruğu altına girmişlerdir. Bütün İslâm topraklan elden çıkıp istilaya uğramıştır. Zamanla düşman İslâm topraklarını istilaya devam etmenin kolay olmayacağına ve pahalıya mal olacağına kanaat getirince taktik değiştirmek zorunda kalmıştır. Toprak işgali yerine kültür emperyalizmini tercih etmiş ve sonuç istediği gibi olmuştur. Yani düşman müslümanların akıl ve ruhlarını istila etmek suretiyle gerçek hakimiyetini sürdürmüş ve sürdürmektedir. Bugün İslâm âleminin her ülkesinde düşmanın gözü ile bakan onun aklıyla düşünen insanlar türemiştir. Meselâ Kızıl Rusya, milyonlarca kilometre karelik Türk-İslâm diyarının üzerine kabus gibi çöküp yedi ve hazmetti. Ama doymadı. Bu sefer bir başka İslâm ülkesi olan Afganistan'ı yemeğe başladı. Pençesinde çırpınan zavallı Afgan halkının ahu figanından ızdırap duymak icap ederken Suriye ve Libya gibi bazı İslâm ülkelerinin idarecileri rahatça Kızıl Rusya'nın yaptıklarını destekliyor ve "Rus'un gayesi Afgan halkını kurtarmaktır" diyor.
İçinde yaşadığımız bu çetin zamanda iç ve dış düşmanlar birleşerek inanan kesime cephe alıp onları bertaraf etmek için çeşitli silahlar kullanmaktadır. Bir kısmı şunlardır:
1-Yayın Silahı: Basın, video, tiyatro ve sinema gibi yayın vasıtalarıyla müslümanlarm akılları uyuşturulmak istenmektedir.
2-Şehvet Silahı: Neslin şehvet duygusunu kamçılamak ve sanattan, basın hürriyetinden söz etmek suretiyle müstehcenliği yaymak, gazete ve dergi sahifelerinde çıplak fahişelerin hergün boy boy resimlerini yayınlayarak neslin iffetini yok etmek.
3-İrtica Yaygarası Silahı: Bunlar, İslâm'a hizmet veren bazı kimselerin hizmetlerini sık sık dile getirerek velvele koparıyor. İrtica var, şeriat geliyor deyip duruyor. Sanki İslâm'a hizmet vermek, müslümanları ıslah etmek için çalışmak, İmam-Hatip Lisesinde Kur'ân Kursu'nda okumak ve okutmak, müslümanlarm bilgilerini artırmak suçtur. Bu tip yaygara ile idarecileri tahrik edip şaşırtmaya çalışıyor.
4-Müslümanlan Bölme Silahı: Yine düşman, müslümanların gücünü zayıflatıp yok etmek için çeşitli kıyafetlere bürünerek onların aralarına girmekte ve fitne ateşini alevlendirmek suretiyle müslümanlan birbirine vurdurmaktadır.
İran, Irak, Filistin ve Lübnan gibi ülkelerde çatışan Müslümanlar bunun en bariz misalidir. Bu tablo ne kadar hazindir, değil mi? İslâm'dan ve İslâmi gayretten söz eden dengesiz bazı müslümanlarm küçük ve ictihadî meseleler için birbirleriyle uğraşmaları da en az bu kadar hazin değil midir? Bunların durumu bana tarihî bir hâdiseyi hatırlattı. Hülagu ordusu birçok İslâm ülkelerini istila edip, köy, kasaba ve şehirlerini ateşe vererek o zaman müslümanların başşehri olan Bağdat Kapısı'na dayandığı halde devrin âlimleri cihad yerine gereksiz münakaşalarda bulunuyorlardı. Kur'ân-ı Kerîm mahluk mu değil mi münakaşa mevzuu idi. Bizler de bu gün İslâm Âlemi'nin hazin tablosuna bakınız özellikle yurt dışında nelerin münakaşasını yapıyoruz. Cuma namazı farz mı, değil mi; din görevlisi mürted mi, değil mi; Suudi Arabistan'da hilâl görülse oruç tutmak ve bayram yapmak gerekir mi, gerekmez mi. Bu ne kadar acıdır.
Aziz kardeşim bilmemiz gereken bir husus vardır: Düşmanımızın en büyük gayelerinden biri bizim için önemli olan ana meselelerimizi bir tarafa itip böyle içtihadı meselelerle uğraşıp münakaşaya girmemizi sağlamaktır. Bu gibi şeyler için münakaşa etmemiz anlamsızdır. Meselâ Hanefî mezhebine göre kıyamda me'münun Fatiha-yı Şerife'yi okumaması, Şafiî'ye göre okuması gerekir. Bayram namazı ile Vitir namazı İmam-ı Âzam'a göre vacip, İmam-ı Şafiî'ye göre sünnettir. Bu gibi meseleler için münakaşa etmek -ki Allah'a şükür edilmiyor- doğru olmadığı gibi, hilâl meselesi için münakaşa etmek de doğru değildir. O da aynı şekilde ictihadî bir meseledir. Zira Hanefî, Maliki ve Hanbelî mezheplerine göre dünyanın herhangi bir yerinde rü'yet-i hilâl sabit olursa bütün dünyada oruç tutmak ve bayram yapmak icap eder; yalnız Hanbelî mezhebine göre bu hususta Hakim'in hüküm verebilmesi için bir şahit, Maliki mezhebine göre iki şahit yeterlidir. Yani, müslüman bir hakim bu şehadete istinaden oruç tutmak veya bayram yapmak için hüküm verirse onun hükmüne uymak gerekir. Yalnız Hanefî mezhebinin bu hususta değişik bir durumu vardır. Ona göre hava açık olursa, ru'yetin muteber olabilmesi için cemmi ğafirin yani büyük cemaatın hilali müşahede etmesi gerekir. Beş, altı, on kişilik bir cemaatın müşahedesi yeterli değildir. Ancak, gayrizahir elrivayeye göre iki şahit kâfidir. Şafiî mezhebine gelince, âlimlerin çoğuna göre yine rüyet-i hilâl esastır. Ancak ihtilâf-ı matalî hükmü vardır.
Bir misal verelim: Bilecik şehrinde hilâl görülürse orada ve onun çevresinde bulunan kimseye oruç tutmak ve bayram yapmak icap eder. Ama güneyinde, kuzeyinde ve doğusunda yüz kırk, yüz elli kilometre uzak olan yerlerde hilâl görülmediği takdirde oranın sakinleri ne oruç tutabilir, ne de bayram yapabilirler. Yani, namaz vakitleri değişik olabildiği gibi, oruç tutmak ve bayram yapmak için biraz vakit değişikliği olabilir. Yalnız bu mezhebe göre bir ülkede hilâl görülse ve oranın hakimi bu husus için hüküm verirse bu hüküm hakimiyeti altında yaşayan herkes için muteberdir ve onun hükmü, ihtilâf-ı metali hükmünü kaldırır. Ama Mısır ve Suud gibi bir ülkede hilâl görüldüğünden oranın hakiminin bu husus için verdiği hüküm geçerli değildir. Onun hükmü yalnız hakimiyeti altında yaşayan kimseler için muteberdir. İmam-ı Süpki, Şebabettin Erremli, İbn-i Güreye ve El-Tablavi El-Kebir gibi Şafiî alimlerinin bazılarına göre de beş vakit namazımızı, oruç açmamızı ve sahur vaktimizi hesab ile tesbit ettiğimiz gibi, oruç ve bayramımızı da aynı şekilde hesab ile tesbit etmemiz caizdir. Netice temennimiz, Müslümanların bu gibi şeyler için münakaşa etmemeleri ve Ramazan-ı Şerifi dedikoduya ve fitneye vesile kılmamalarıdır. Esasen bugün İslâm ülkeleri bir tek devlet halinde olsaydı bu ihtilâf olmayacaktı. Devlet Başkanı şu veya bu görüşe göre emir verip işi bitirecekti. Ama İslâm âlemi çeşitli ülkelere bölündüğü için bu ihtilâf ortaya çıkıyor.
SORU: İftarda ne demek icab eder?
CEVAP:
Peygamber (sa.) orucunu açarken (iftarda) şöyle buyururdu: "
Allah'ını senin için oruç tuttum, rızkınla orucumu açtım, yarın oruç tutmaya niyet ettim
." Bizim de Peygamber efendimize uyarak bunu söylememiz sünnettir. Oruca niyet etmek istediğimizde biliyorsak Arapçasını; yoksa Türkçesini söyleriz.
SORU: Kendi memleketinden iki üç saat önce akşam olan Pakistan gibi doğu bir ülkeye uçak ile giden kimse orucunu nasıl tamamlayacak; yani Pakistan'da güneş battığı zaman onlarla birlikte mi orucunu açacak yoksa içinde oruca başladığı Türkiye halkıyla birlikte mi orucunu açacaktır?
CEVAP:
Oruca niyet edip kendi memleketinden birkaç saat önce akşam olan doğu ülkelerinden birisine uçak ile giden kimse her ne kadar gününden birkaç saat kısalırsa da gittiği memlekete göre orucunu (iftarını) açacaktır. Yani orada güneş battığı zaman orucunu açacaktır. Oranın halkı gibi aynı şekilde namazını da kılacaktır. Yine batı ülkelerinden birisine giderse, gittiği memlekete göre orucunu tutacak -gün uzasa da- namazını kılacaktır. Hatta Şafiî mezhebine göre hilâl görülmediğinden bayram yapan başka bir memlekete giden bir kimse orucunu bozup onlarla birlikte bayram yapacaktır.
SORU: Oruca ne zaman niyet edilir?
CEVAP:
Şafiî mezhebine göre niyetin vakti oruç farz olursa gecedir. Gündüze bırakılmaz. Gece niyet getirilmediği takdirde bayramdan sonra gününe gün kaza etmek lazımdır. Hanefî mezhebine göre ise kazaya kalmış Ramazan, nafile ve muayyen nezir oruçları için niyet gece vakti getirilebildiği gibi gündüz öğleden önce âe getirilebilir. Bunun için İbn-i Hacer diyor ki: Şafiî olan kimse Ramazan'da niyetini unutup gece vaktinde getirmeyen kimse Hanefî mezhebini takliden gündüz öğleden evvel niyet getirsin. Maliki mezhebine göre Ramazan-ı Şerifin başında bir niyet getirilirse kafidir. Her gece niyet getirmek gerekmez. Bunun için Şafiî veya Hanefî olan kimse Ramazan-ı Şerifte "ben şu Ramazan-ı Şerif ayında oruç tutmağa niyet ettim" dese iyi olur. Çünkü bir günün niyetini unutacak olursa da Maliki mezhebine göre orucu sahih olur.
SORU: Bir kimse Ramazan-ı Şerifte gece vaktinde oruca niyet eder ve şafaktan sonra uzun bir yola çıkarsa orucunu bozabilir mi?
CEVAP:
Malum olduğu gibi uzun bir yola çıkan kimseye namazı kısaltmak, üç mezhebe göre cem', takdim ve tehir etmek ve oruç tutmamak gibi birtakım kolaylıklar tanınmıştır. Ancak bunlardan faydalanabilmek için birtakım şartlar vardır. Fıkıh kitaplarında beyân edildikleri için burada onları izah etmek gerekmez. Yalnız sorumuzla ilgili şartı beyân etmek lâzımdır. O da misafir olan kimsenin orucunu terkedebilmesi için şafaktan önce bilfiil seferde olması veya niyet etmemiş olmasıdır. Binaenaleyh bir kimse Ramazan-ı Şerifte gece vaktinde oruca niyet eder ve şafaktan sonra uzun bir yola çıkarsa orucunu bozamaz.
SORU: Oruçlu olan kimsenin kulağına ilaç veya su akıtılsa orucu bozulur mu?
CEVAP:
Oruçlu olan kimsenin kulağına ilaç veya su akıtılsa orucunun bozulup bozulmayacağı hususunda ihtilâf vardır. Şafiî mezhebinde kuvvetli olan kavle göre ilaç ile su arasında fark olmaksızın her ikisi de kasden kulağa akıtılsa orucu bozulur. Yalnız kulağın dış tarafını yıkamak isterken içine girerse oruç bozulmaz. İmam-ı Âzam'a göre kulağa konulan ilaç orucu bozar. Su ise bozmaz. Müfta bih olan bu görüştür. İmameyn'e göre ise kulağa ne akıtılırsa akıtılsın orucu bozmaz.
SORU: Ramazan-ı Şerifte yıkanmak caiz midir?
CEVAP:
Her zamanda yıkanıp temizlenmek caiz olduğu gibi Ramazan'da da yıkanıp temizlenmek caizdir. Hz. Aişe (ra.) buyurmuştur ki: "Zaman zaman Peygamber (sa.) cünüb olarak sabahlardı." Yani Peygamber (sa.) bazen sabah olduktan sonra yıkanırdı. Şayet oruçlu olarak yıkanmak caiz olmasaydı elbette Peygamber (sa.) bunu yapmazdı.
SORU: Oruçlu iken göze merhem sürmek veya damla damlatmak caiz midir?
CEVAP:
Oruçlu olan kimse gözüne merhem sürebildiği gibi damla da damlatabilir. Bunun için hiç bir mani yoktur. Fakat buruna damla damlatmak hiç şüphe yok ki orucu bozar.
SORU: Oruçlu olan bir pilot oksijen teneffüs edebilir mi?
CEVAP:
Yükseklerde uçan pilot veya denizlere dalan bir dalgıç oruçlu olduğu halde oksijen teneffüs edebilir, orucuna bir halel gelmez. Çünkü oksijen ne yenir ne de içilir. Hatta duman gibi hacmi olmayan bir şey boğaza girerse yine oruç bozulmaz.
SORU: Şafiî fıkıh kitapları doğuda hilâl görülürse batıda olan kimselere orucun farz olduğunu kaydediyorlar. Buna göre Suudi Arabistan'da hilâl görüldüğü takdirde Türkiye'de mevcut olan Şâfi'îlere de oruç farz olur mu?
CEVAP:
Hanefi, Maliki ve Hanbelî mezheblerine göre hilâl dünyanın herhangi bir yerinde görülürse Ramazan hilali ise oruç tutmak, Şevval hilali ile bayram yapmak lâzım gelir. Görüldüğü yer uzak olsun, yakın olsun; doğu olsun, batı olsun arasında hiç bir fark yoktur. Şafiî mezhebine göre ise hilâl bir yerde görülürse matla'ı değişmeyen çevredeki müslümanlara oruç tutmak veya bayram yapmak vacip olur. Ancak hilâl doğuda görüldüğü takdirde batıda aynı enlem üzerinde yaşayan müslümanlara oruç tutmak veya bayram yapmak lâzım gelir. Binaenaleyh Suudî Arabistan toprağı yaklaşık olarak 16 ile 33 enlem arasında, Türkiye 36 ile 42 enlem arasında bulunduğuna göre Şafiî mezhebinde Suudî Arabistan'da hilâl görüldüğü takdirde Türkiye'de yaşayanlara oruç tutmak lâzım gelmediği gibi bayram yapmak da lâzım gelmez.
SORU: Ramazan-ı Şerifte lokanta ve meşrubat yerlerini açıp çalıştırmak caiz midir?
CEVAP:
Ramazan-ı Şerif müslümanlann en mukaddes ayıdır. Bu ay, her mü'minin hürmet etmesi îcâb eden bir aydır. Hatta bir kimse yolculuk veya kadın aybaşı gibi bir halde olursa halkın gözü önünde yemek yememesi icâb eder. Ramazan-ı Şerifte lokanta açıldığı takdirde yolcu, aybaşı ve lohusa halinde olan kimseler yiyebilecekleri gibi mazereti olmayan kimseler de yiyebilirler ve bu sebeple mazereti olmayan kimselere yemek yedirmek suretiyle lokanta sahibi ile orada çalışan işçiler günaha girmiş olurlar. Ancak çocuklara yemek satmak veya iftar yemeğini hazırlamak ve oruç tutmakla mükellef olmayanlar için lokanta açıp çalıştırmanın bir mahzuru yoktur.
SORU: Oruçlunun kolonya kullanması, dişlerini fırça ve macun ile yıkaması orucunu bozar mı?
CEVAP:
Kolonya az da olsa içinde alkol bulunduğu için Şafiî mezhebine göre kullanılması haramdır ve necistir. Kullanılmasına asla cevaz verilmemiştir. Hanefî mezhebinde ise üzümden imal edilmiş şarap kesin olarak haramdır. Hakkında ihtilâf vârid olmamıştır.
Necaseti galize ile müteneccistir. Üzümden başka şeylerden işlenen alkollü madde hakkında üç çeşit görüş vardır:
1-Necaset-i muğallazadır.
2-Necaset-i muhaffefedir.
3-Tabirdir.
Racih görüş, necaseti muğallaza olması görüşüdür. Kolonya ister muhaffefe olsun ister muğallaza olsun şayet necis olarak onu kabul edersek Ramazan-ı Şerifin içinde ve dışında kullanılması caiz değildir, haramdır. Tabirdir desek, her zaman kullanılmasında beis yoktur. Dişleri macun ile fırçalamak meselesine gelince fırça misvak gibidir. Hatta fıkha göre misvak sayılır. Hanefî mezhebinde oruçlu olan kimse kuru olsun, yaş olsun, öğleden evvel olsun, öğleden sonra olsun her zaman kullanılabilir. Ancak bazı rivayetlere göre Ebû Yusuf oruçlu olan kimsenin yaş misvakı kullanmasının mekruh olduğunu söylüyor. Şafiî mezhebine göre öğleden evvel kullanılmasında beis yoktur. Öğleden sonra mekruhtur. Hülasa Hanefî mezhebinde müftabih olan kavle göre her zaman fırçanın kullanılması caizdir. Şafiî mezhebinde öğleden evvel olursa beis yoktur. Öğleden sonra mekruhtur.
SORU: Bir kimse vaktin gece olduğunu zan edip sahur yemeğini yer, bilahere fecirden sonra yemek yediğinin farkına varırsa orucuna bir halel gelir mi?
CEVAP:
Vaktin gece olduğunu zan edip sahur yemeğini yer, bilahare fecirden sonra yemek yediğinin farkına varırsa orucu bozulur. Ancak yaptığı işte kasıt olmadığı için günahkar sayılmaz. Orucunu gününe gün kaza eder.
SORU: Oruçlu olan kimsenin, abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçarsa orucu bozulur mu?
CEVAP:
Oruçlu olan kimsenin, abdest esnasında ağzına su verirken boğazına su kaçsa; oruçlu olduğunu hatırlamadan ağzına su almışsa ittifakla orucu bozulmaz. Oruçlu olduğunu hatırladığı takdirde ağzına su verirse Hanefî mezhebine göre orucu bozulur. Bilahare bir gün kaza etmek zorundadır. Şafiî mezhebine göre ise oruçlu olduğunu bildiği halde mübalağa yapmadan ağzına su almış ve boğazına kaçmışsa orucu bozulmaz. Amma mübalağa etmiş ise orucu bozulur. Yalnız abdest ve gusül gibi mecburi olan şeylerden başka bir maksat için ağzına su verirse mutlaka orucu bozulur".
SORU: Ramazan-ı Şerifte oruçlu olan kimse cinsî münasebette bulunur, sonra kendisi hasta olur, zevcesi de adet halini görürse keffâret gerekir mi?
CEVAP:
Ramazan-ı Şerifte oruçlu olan kimse eşiyle münasebette bulunur, sonra kendisi hastalanır, zevcesi de adet halini görürse Hanefî mezhebine göre keffâret sakit olur. Şafiî mezhebine göre ise keffâret sakit olmaz.
SORU: Bir kimse hasta veya misafir olduğundan orucunu tutamadan ve kazaya imkân görmeden vefat ederse ne lâzım gelir?
CEVAP:
Bir kimse hasta veya misafir olduğundan oruç tutamaz, kaza etmeye de fırsat görmeden vefat ederse günahkar olmadığı gibi fidyesini de vermesi îcâb etmez. Fakat seferden döndüğü veya hastalıktan iyileştiği halde kaza etmeden vefat ederse günahkar olur. Fidyesinin verilmesi için vasiyet etmesi lazımdır.
SORU: İstanbul-Diyarbakır arasında sürekli yolculuk yapan bir şoför, zamanında oruç tutamadığı gibi, devamlı seferi olması dolayısıyla kaza da edememektedir. Ne yapması gerekir?
CEVAP:
İslâm dini hasta ve yolcuları mazeretten dolayı oruç tutmakla mükellef kılmamıştır. Mazeret ne kadar devam ederse şer'î ruhsat da o kadar devam eder. Bu gibi kimseler bir sene veya on sene sonra mazeretleri zail olunca oruç tutamadıkları günleri tesbit edip kaza ederler. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Sizden bir kimse hasta veya yolcu olursa oruç tutamadığı günler sayısınca kaza edecektir" (Bakara süresi: 194).
SORU: İğnenin orucu bozup bozmayacağı hakkında çeşitli sözler söylenmektedir. Bunun mâhiyeti nedir?
CEVAP:
İmam-ı Âzanra göre ağız gibi fıtrî bir menfezden mideye bir şey almak orucu bozduğu gibi vücudun herhangi bir yerini delmek ve yırtmak suretiyle fıtrî olmayan bir menfezden ona bir şey sokmak veya zerk etmek de orucu bozar. Fakat Ebû Yusuf, Muhammed ve İmam-ı Şafiî mezhebine göre fıtrî bir menfez olmayan bir yol ile vücudun içine bir şey sokulur veya zerk edilirse orucu bozmaz. Nevevî "Bir kimse baldırına bir bıçak sokar veya içine ilaç zerk ederse orucu bozulmaz" diyor. Binaenaleyh hasta olan kimse imkanı varsa gündüz değil gece vaktinde iğnesini yaptırmaya gayret sarfetsin. fazla rahatsız olur veya gece vaktinde yaptıracak kimsesi olmazsa Hanefî olan kimse imameyne göre orucunu bozmadan iğnesini yaptırır. Bilahere ihtiyaten gününe gün kaza ederse iyi olur. Ama "karnına bir hançer sokarsa" Şafiî mezhebine göre orucu bozulur. İmameyne göre bozulmaz.
SORU: Ramazan-ı Şerif, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarına rast geldiği zaman, Adana, Urfa, Mardin, Diyarbakır gibi sıcak bölgelerde işçilerin oruç tutmaları çok zor veya imkansızdır. Misafir veya hasta gibi kimseler için ruhsat olduğu gibi bunlar için de herhangi bir ruhsat var mıdır?
CEVAP:
Ramazan-ı Şerifte sıcak bir ülkede veya harareti yüksek bir maden ocağında çalışan kimse işini Ramazan'dan sonraya bırakması mümkün ise; yani geçim hususunda sıkıntı çekmeyecek ve malı telef olmayacaksa muvakkaten işine son vermek mecburiyetindedir. Yoksa çalışmadığı takdirde kendisi veya çocukları sefalete maruz kalacak veya ekin gibi malı telef olacaksa her gece oruç tutmak için niyyet getirir, çalışamayacak hale gelirse orucunu bozar. Remli, Cami'ü'l-Fetava'dan naklederek şöyle demektedir: “Geçimini sağlamak için çalışıp oruç tutamazsa orucunu bozar. Ancak çalıştığı iş kendisine ait olmaz, muhtaç olmayacak kadar malî durumu iyi ise oruç tutması mümkün olmadığı takdirde çalışıp orucunu bozması caiz değildir.” Mısır'ın bazı ulemâsı, fabrikalarda çalışan işçiler mecburiyet altında kaldıkları takdirde misafir gibi oruçlarını başka bir zamanda kaza eder diyorlar.
SORU: Oruç keffareti ne zaman gerekir?
CEVAP:
Ramazan-ı şerifte oruç niyetini getirip özürsüz olarak kasden orucu bozmakla keffaret lâzım gelir. Yani -varsa- bir köleyi hürriyete kavuşturmak, imkân yoksa ara vermeden iki ay oruç tutmak, buna da gücü yetmezse altmış fakire yemek yedirmektir. Ama niyet getirmeden orucu yemek kazadan başka bir şey gerektirmez. Şafiî mezhebinde Ramazan-ı Şerifte oruçlu olan kimse cinsî münasebette bulunduğu takdirde kendisine keffaret lâzım gelir. Yemek yemek ve su içmekle keffaret söz konusu değildir. Sadece gününe gün kaza etmek lâzım gelir.
SORU: Gece ve gündüzü yirmidört saattan fazla olan ülkelerde "yani 66 enlem derecesinden itibaren doksan enlem derecesine kadar bulunan müslümanlar" nasıl oruç tutacaklar? İftar vaktiyle imsak vaktini nasıl tayin edecekler?
CEVAP:
Gece ve gündüzü yirmidört saatten fazla olan yerlerde vakit teşekkül etmediği halde namaz için mutedil veya en yakın memleketin vakti ölçü olarak alındığı gibi oruç için de ölçü olarak alınacaktır.
SORU: Ramazan-ı Şerifte hasta olan kimse oruç tutmayabilir. Kur'ân-ı Kerîm, hasta ve yolcu olan kimselere oruç tutmama ruhsatını vermiştir. Fakat oruç tutmamayı mubah kılan hastalığın ölçüsü nedir?
CEVAP:
Oruç tutmamayı mubah kılan hastalığın ölçüsünü fakihlerimiz şu şekilde beyân etmişlerdir:
1-Oruç tutmakla hasta olan kimsenin çok sıkıntı çekmesi,
2-Oruçtan dolayı ölüm tehlikesinin bulunması,
3-Oruçtan dolayı hastalığın artması veya şifanın gecikmesi.
Bugün güvenilir doktorların beyânlarına göre oruç tutmamayı mubah kılan hastalıkların bazıları şunlardır:
1-Son safhada bulunan kalp hastalığı,
2-Verem ve ciğer iltihabı hastalığı,
3-Kanser hastalığı,
4-Şiddetli böbrek iltihabı,
5-İdrar yollarında iltihapla birlikte taşın bulunması,
6-İleri safhada damar sertliği,
7-Mide veya bağırsaklarda ülserin bulunması,
8-İleri safhada şeker hastalığı.
SORU: Savaşa katılan kimsenin oruç tutması zor olduğundan orucunu bozabilir mi?
CEVAP
: Savaş sahası 90 km. kadar (Şafiî mezhebine göre 144 km. kadar) uzak olduğu takdirde tabiatıyla savaşçı misafir olduğundan oruç tutmak zorunda değildir. Cenâb-ı Hak misafir olan kimselere oruç tutmama ruhsatını tanımıştır. Ama savaş sahası yakın olursa Şafiî'ye göre oruç tutmak zorundadır. Hanefî mezhebine göre ise savaş sahası yakın da olsa oruç tutmaktan endişe eden kimse savaş edebilmek için oruç tutmayabilir.
SORU: Gayri müslimlcrin işinde çalışan bir müslüman Ramazanda doktordan istirahat alıp oruç tutsa câiz midir?
CEVAP:
Müslüman olan kimse, yaptığı anlaşmalara bağlı ve sadık kalır. Gayri müslimlerin işinde çalışan bir müslüman, onlarla iş anlaşması yaptığına göre ona bağlı kalması lâzımdır. Hasta olmadığı hâlde haslayım diyerek istirahat alıp oruç tutan kişi farz orucu eda etmiş ise de üç büyük vebal işlemiş olur:
1 - Hasta olmadığı hâlde hastayım diyerek yalan söylemiştir.
2- Yaptığı bu hareketle gayri müslimlerin İslâm'ın ve miislümanların aleyhine olmasına sebebiyet veriyor.
3- Hasla olmadığı hâlde istirahatli okluğu için aldığı ücret kendisine haram olur.
Bu durumda müslümanın. Ramazan ayında izin alarak orucunu tutması mümkün olmadığı takdirde Allah'a karşı mükellef olduğu orucu tutmak için sabretmesi ve orucunu tutması lazımdır. Durum böyle olduğu halde istirahat alarak oruç tuttuğu zaman, istirahatlı olduğu günlerde aldığı ücretleri iade etmesi gerekir.
iskenderpasa.com
Hukuki Şartlar
|
İletişim
Yardım
|
Site Haritası
Copyright 2014 Avustralya MEC Topluluğu
All Rights Reserved.
Sık Kullanılanlara Ekle
|
Tavsiye Et